Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/4-592E. 2012/25K. Sayılı Kararı Işığında Hekimin Hukuki Sorumluluğunun Değerlendirilmesi
Giriş
“Tıbbi kötü uygulama” iddiası ile kamu (devlet ya da üniversite) hastanelerinde çalışan hekimlere karşı açılan tazminat davalarında görevli yargı yerinin belirlenmesi konusu yüksek mahkemelerin içtihatlarındaki farklılıklar nedeniyle önemli bir sorun olarak hem hukukçuları hem de davanın muhatabı olan hekimleri fazlasıyla meşgul etmektedir. Görevli yargı yerinin belirlenmesi basit bir usul sorunu gibi görünse de, yargılamada izlenecek sürecin tümüyle değişmesi, hâlihazırda önemli bir sorun olan uzun yargılama sürecinin çok daha fazla uzamasına neden olması konuyu daha da önemli kılmaktadır.
Uygulama Açısından Durum Nedir?
Kamu hastanelerinde görev yapan hekimler gerek Devlet Memurları Kanunu, gerek Yüksek Öğrenim Kanunu, gerekse sair mevzuat hükümlerine göre, kamu görevlisidir ve “teminat sistemi” gereğince kamu görevlilerin kişilere verdiği zararlar nedeniyle açılacak davaların niteliği, diğer sorumluluk davalarına göre farklılık arz etmektedir. Anayasa’nın 125. maddesi “İdarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolu açıktır(…) İdare kendi eylem ve işlemlerinden kaynaklanan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmü ile idarenin sorumluluğunu, 129/5 maddesindeki “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” ifadesiyle de husumetin yöneltileceği tarafı göstermiştir. Aynı şekilde 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde ifade edilen “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.” hükmüyle de Anayasa’nın ilgili hükmü pekiştirilmiştir.
Her ne kadar mevzuat açık gibi görünse de hekimlerin tıbbi kötü uygulamaları nedeniyle açılan tazminat davalarında, yaptıkları hizmetin niteliği itibariyle, yargı yerlerinin hekimleri diğer kamu görevlilerinden ayrı bir değerlendirmeye tabi tuttuğunu görmekteyiz.
Bu uygulamaya neden olan en önemli husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.10.2007 tarihli 2007/4-640E. 2007/725K. sayılı kararıdır. Bu karar, mahkemelerin açıkça yanlış yönlendirilmesine neden olmuştur. Söz konusu kararda özetle “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının tanı ve tedavide hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. O nedenle, Anayasa’nın 129/5. maddesi hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir.” denildikten sonra adli yargı organlarının, işin esasının incelemesi; hekimin kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırmasını ve sonucuna göre bir karar vermesi gerektiği vurgulanmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği bu karar nedeniyle adli yargı yerlerinde hekimlere karşı açılan davalarda, davacı tarafın dava dilekçesinde, dava dayanağını hekimin kişisel kusuruna dayandırıyor olması mahkemenin davanın esasına girerek inceleme yapması için yeterli oluyordu. Hatta hekimin bizzat şahsına açılan davanın yanı sıra aynı eylem nedeniyle idareye karşı, idarenin hizmet kusuru nedeniyle açılan davaların da devam ettiği durumlar söz konusu olabiliyordu.
Hizmet Kusuru, Kişisel Kusur ve Görev Kusuru Ayrımı Nasıl Yapılmaktadır?
Objektif nitelik taşıyan “hizmet kusuru”; “hizmetin kuruluşu ve işleyişinde ortaya çıkan kusur” olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda, tüzel kişiliği olan idari kuruluşlar, gerçek kişiler başka bir deyişle kamu görevlileri tarafından yürütülür. Kamu görevlileri tarafından yapılan kusurlu tutum ve davranışlar, idareye ve yürüttüğü hizmetlere ilişkin ise idarenin sorumluluğunu gerektirir ve bu nedenle açılan davalarda idari yargı görevlidir.
Hizmet kusurunun ayrılmaz bir parçası olan “görev kusuru” ise Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1997/16E.-1997/15K numaralı kararında doğru biçimde ifade edilmiştir. Şöyle ki “kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa ortada görevle ilgili bir durum var demektir.” Öğretide “görev kusuru” olarak tanımlanan bu tür davranışlar, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum 657 Sayılı Yasa’nın 13.maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır.
Bu duruma göre, idari yargı düzeninde kural olarak, idareye karşı açılan davalara bakılabilmekte